Özerklik, bir insanın kendi seçimlerini dış etkenlerden bağımsız şekilde ve iç sesi doğrultusunda yapabilme özgürlüğüdür. Günlük hayatımızda yaptığımız seçimlerin çoğu, farkında olmadan dış uyaranlar ve toplumsal şartlanmalar sonucunda oluşur. Kendi iç sesimizi duymakta zorlanırız. Bir seçimde aktif bir rol alırken, diğerinde pasif kalırız. Pasif bir hayat sürdürmeye devam ettikçe içimizdeki boşluk ve anlamsızlık duygusu artar.
Victor Frankl bu durumu "varoluş vakumu" olarak adlandırır. Böyle bir durumda olan birey, kendi iradesiyle hareket ettiğinde bile ne yapacağını bilemez ve yaptığı şeylerin anlamını sorgular. Ne yapacağını bilemeyen bir insan genellikle başkalarının yaptıklarını taklit eder ya da toplumsal sistemlerin taleplerine uygun hareket eder.
Özerklik, kişinin kendi hayatını yönetme ve kendini tanıma yolculuğudur. İnsanlar, benliklerini sosyal ilişkiler içinde algılarlar, çünkü insanlar sosyal varlıklardır. Kurduğumuz ilişkiler, hayatımızı tanımlar. Bu yüzden yalnızlık korkusu, benlik algısının kaybedilme korkusuyla ilişkilidir. Gerçekliğimizi anlamlandırmak için kendimizi ilişkilerimiz içinde değerlendirmemiz gerekir. Özerk olmak, sürekli kendini sorgulamak ve tanımak ile mümkündür. "Ben kimim, ne yapmak isterim, amacım ne?" gibi sorulara tek seferde yanıt vermek yetmez, çünkü bu soruların yanıtları zamanla değişir. Kendini tanıma süreci, özerk bir insan olmanın ve kalmanın devamlı bir çabasıdır. Özerklik, büyük bir çaba gerektirir ve çoğu zaman bu çabadan kaçınmak için inançlar, ideolojiler ve toplumsal normların tutsağı haline geliriz.
İnsan, kurduğu ilişkiler aracılığıyla dünyayı ve kendini anlamlandırır. Tarihteki ilk sosyal yapıların oluşumu ve mülkiyet kavramının doğuşu, insanların dünyaya anlam atfetme çabalarıyla yakından ilişkilidir. İlk başta ilişkiler "ben-sen" şeklinde ilerlerken, mülkiyet kavramıyla birlikte bu ilişkiler "ben-şey" veya "ben-benim şeyim" şeklini almıştır. Özerklik ile hedeflenen, bu "ben-şey" ilişkilerinden mümkün olduğunca arınmaktır.
Benliğimizi tanımlarken başkalarının varsaydığımız beklentilerine göre hareket ettiğimizi fark edebiliriz. Kendimizi "kimlere göre ben neredeyim?" yerine, "bana göre kimler nerede?" şeklinde konumlandırmak, benmerkezcilik değil, özerklik olacaktır.
"Ben-şey" ilişkisi, sahiplenme isteği ve bağımlılıkla doludur ve bu durum ilişkilerimizi tehdit eder. Bir tarafın benliğini yitirme olasılığı ortaya çıkar. Çünkü "ben-şey" ilişkisi içinde, kendimizi anlamaktan kaçınırız. Diğer kişiyi değerlendirme ve ona göre hareket etme çabası içinde, kendi iç dünyamızı göz ardı ederiz.
Özerk bir insan olabilmek için kendimize yönelmeli, kendimizi başkalarının etkisinden bağımsız bir şekilde tanımlamalıyız. Bu, çevremize kayıtsız kalmak anlamına gelmez; kendi içsel gerçekliğimizi tanıyan bir birey, karşısındaki kişiyi de daha net algılayabilir. Böylece "ben-şey" ilişkisinden "ben-sen" ilişkisine geçiş sağlanır.
"Ben-şey" ilişkilerinden tamamen arınmak zor olsa da, bu yönde çaba göstermek, daha özerk ve anlamlı bir hayat yaşamanın anahtarıdır.
Kaynak: Engin Geçtan - Zamane
Yorumlar
Yorum Gönder